9.03.2011

Bir günde Londra

Konferans bitince trenle Londra'ya, oradan da metroyla Esralar'a geçtim. Eve gelip topluluk olarak yemeğimizi yedik, MKcığımla oynadım, geyiğimizi yaptık. Ertesi gün Londra bana "Sen İngiltere'yi aman sakın ha günlük güneşlik sanma" demek istediği için yağmurlu bir güne uyandım...

Metrodan inip yeryüzüne çıktığımda yağmur iyice hızlanmıştı... Yağmuru ve British Museum'un bedava olduğunu bilen millet, ben de dahil, British Museum'a akın ettik... Gezdiğimden pek de birşey anlamadım ya işte, Mısır tarihi hastası olarak Mısır koleksiyonunu gezdim.



Türkiye'den "gelen" kral mezarı...


Krokodil mumyası...


Elektrik icat edilmemişken gece saati... Arkasına gaz lambası koyuyorlarmış.



Arkeoloji dersinde okuduğum Cyrus Cylinder...

Müzeyi gezdikten sonraki durağımın Westminister Abbey olduğunu biliyordum... Ama nasıl gidecektim... Londra, Istanbul'u aratmayan karışıklıktaki sokaklarıyla, haritada bana bakıyordu. Şimdi düşünün. Yağmur yağıyor, ve bu hatun elindeki büyük haritayı ıslatmamaya çalışarak elindeki şemsiye ile kendisini korumaya çalışıyor yağmurdan... Bir sağa gidiyorum sokağı bulmak için, bir sola... Yok, yok... Olacak gibi değil. Iki tane Hintli'ye soruyorum, "bak şuradaki otobüse bin, o tarafa gider." O taraf? Neyse, sonuç olarak meşhur black cablerden birine binerek Westminister Abbey'e geldim... Yağmurda yaklaşık 45 dakika bekledikten sonra içeri girdim. 

Dışarı çıktığımda yağmur dinmişti. Ben de Big Ben ve Parlemento'nun önünden geçerek nehir kenarında yürümeye başladım.



Önce London Eye'i,


sonra, 2. Dünya Savaşı anıtlarından birini,


Azkaban'a benzettiğim Tate'i,


Mary Poppins'deki gibi kuşlara yem vermek istediğim, ama böyle birşeyin olmadığını öğrendiğim St. Paul's 'ü gördüm. 

Meşhur Millenium Bridge'i (hani şu 6. Harry Potter filminde death eaterlar tarafından yıkılan köprü) geçerek karşı kıyıya geçtim... Tabii bütün bunlar olurken ayağımdan Old Navy'den alınmış plastik terliklerim vardı. Sabah baktım hava olacak gibi değil, ayakkabılar ıslanacak, ben de terlikle gezdim koca Londra'yı...

Öteki kıyıdaysa,


Sheakespeare ile bağlantısı olan Sheakespeare's Globe'u,


Shard'ı,


uzaktan da olsa Tower of London'ı, 



göre göre, Tower Bridge of  London'a geldim. Icimden o sabah annemin hatırlattığı "London Bridge is Falling Down" şarkısını söyleyerek, karşı kıyıya geçtim... Eve gelince hesapladım, toplam 6.7 km yürümüşüm...

Akşam da yine MKcığımla oynadım, vedalaştım, ve bir gün sonra bu sefer uzun bir check-in sırasında bekleyerek Istanbul'a geri döndüm.

2 comments:

sumuklubocek said...

ya ben nasil kacirmisim senin bu yazilarini???

a_y_s_e said...

yakaladin ya simdi, onemli olan o arkadasim!